Abd

‘İsrail doğrudan İran’ı da hedef alabilir. Böyle bir çılgınlığa kalkışabilirler’

Gazze savaşı altıncı ayını doldururken, şeridin güneyindeki Refah bölgesine operasyonu eli kulağında görünen İsrail’deki Netanyahu hükümeti, krizi ağır bir saldırıyla tırmandırdı. Suriye başkenti Şam’da İran büyükelçiliğinin konsolosluk bölümünü hedef alındı. Saldırıda Devrim Muhafızları Ordusu’ndan tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi ile tuğgeneral Muhammed Hadi Hac Rahimi dahil yedi İranlı ile altı Suriye vatandaşının da hayatını kaybettiği açıklandı. İsrail saldırıyı resmen üstlenmiş değil. Ancak saldırının F-35’lerle yapıldığı ve altı füze kullanıldığı belirtiliyor.

İran, Viyana sözleşmesi gereği dokunulmazlığı bulunan diplomatik misyonunun bu şekilde vurulmasına sert tepki verdi. İsrail’e karşı misilleme hakkının saklı olduğu duyuruldu.

İsrail’in bu saldırısı Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti tarafından sert bir dille kanında. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de sözcüsü aracılığıyla bir kanıma açıklaması yaptı. BM Güvenlik Konseyi, saldırıyı ele almak için toplanırken, ABD, Britanya ve Fransa’nın İsrail’i kınamamakta ısrar etmesi ve Rusya Federasyonu’nun bu yönde hazırladığı basın açıklaması metnini tartışmayı da reddetmesi dikkat çekti.

İsrail’in bölgesel bir savaşı kışkırtması kaygıları yaratan Şam saldırısını Sam Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Yuva ile konuştuk.

‘Filistin halkına yapılan vahşet ve barbarlık, İsrail’in itibar kaybetmesine sebep oldu’

Prof. Mehmet Yuva’ya göre, İsrail’in Şam’ya yaptığı son saldırı

Netanyahu’nun ABD ve Avrupa’nın ne yaparsa yapsın kendilerini destekleyeceği inancına dayanıyor. Ancak İsrail’in Filistin halkına yönelik vahşeti ve barbarlığının dünyada itibar kaybetmesine yol açtığını belirten Yuva, İsrail’in bölgesel bir savaş olmaksızın Gazze’de saplandığı bataklıktan çıkmasının mümkün olmadığı değerlendirmesinde bulundu:

“İsrail’in İran’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı bu savaşa dahil etmek istediği sır değil. Ayrıca bir bölgesel savaş olmadan İsrail’in Gazze’de saplandığı bataklıktan çıkması, uluslararası izolasyonu kırması ve dünya kamuoyu nezdinde kaybettiği itibarını geri kazanması mümkün değil. Özellikle 7 Ekim’den hemen sonra Avrupa devletlerinin ve ABD’nin en üst yetkilileri Netanyahu’nun ayağına giderek, İsrail ve savaş kabinesi ile dayanışma içinde olduklarını ilan ettiler. Bütün desteklerini sunmaya hazır olduklarını söylediler. Bundan cesaret alan Netanyahu, Gazze’ye dönük geniş çaplı saldırıları başlattı. Bu desteğin hiç bitmeyeceğini, Batılı ülkelerin bu desteğin kayıtsız şartsız arkasında duracağını düşündü. Sadece Gazze ile ilgili değil; bu proje itibarıyla İsrail’in özellikle Suriye-Lübnan ve nihayetinde İran ile açık bir savaşa girerek yanında ABD ve Avrupa ülkelerini göreceği konusuyla ilgili kendisinden çok emindi Netanyahu. Ancak Gazze’deki askeri durum arzu ettikleri gibi gitmeyince; bütün bu saldırılara ve soykırımlara rağmen Gazze küçücük coğrafyayı terk etmeyince, Sina Çölü’ne kaçmayınca, Refah kapısına yığınak oluşmayınca, insanlar evlerini korumak ısrarını sürdürünce, ortaya çıkan direniş İsrail’in askeri başarılarına rağmen kara işgaline rağmen bu boyutta direnince, İsrail zor duruma düştü. Her gün artan sivil kayıplar, Filistin halkına yapılan vahşet ve barbarlık, Netanyahu’ya verilen uluslararası desteği geriletti ve İsrail’in itibar kaybetmesine sebep oldu. Bunu hep birlikte gördük.”

‘ABD doğrudan savaşa girmeden Netanyahu böyle bir hamlede bulunamaz’

Netanyahu’nun Gazze’de Hamas’ı bitirme ve rehineleri kurtarma gibi stratejik hedeflerin hiçbirisine ulaşamadığını anımsatan Yuva, İsrail hükümetinin bu açmazdan kurtulmak için Lübnan’daki Hizbullah’ı bahane göstererek savaşı yaymak istediğini belirtti. Yuva’ya göre Netanyahu, bölgedeki direniş gruplarının Filistin halkına verdiği desteği bahane ederek savaşı genişletme planına ağırlık verdi:

“Burada önemli bir husus daha var: Netanyahu’nun ‘Çocuklarınızı bu operasyondan çok kısa bir süre sonra evlerine getireceğiz’ vaadini yerine getirememesi durumu var. İsrail’de hem bu barbarlığa karşı hem de kaçırılan aile evlatlarının geri getirilememesinden mütevellit sokaklara dökülen on binlerin, İsrail hükümetinin temellerini sarsmaya başladığını gördük. Netanyahu’nun hem bu mevcut tablodan çıkması, hem kendisini hukuken kurtarması hem de savaşı büyüterek daha büyük bir zaferle siyasi statüsünü sağlamlaştırabilmesi hem de halkı konsolide edebilmesi için bu savaşı sınırların ötesine taşıması gerekiyor. Kendisi açısından bu elzem görünüyor.

Bunun bahanesi, Lübnan Hizbullahı’nın özellikle Filistin halkıyla dayanışma içinde olması ve İsrail’in sınır bölgelerini bombalayarak İsrail ordusunun bir bölümünü sınırda tutması olarak gösteriliyor. Bu şekilde İsrail, bütün ağırlığını ve konsantrasyonunu Gazze’ye veremedi. Bu, Netanyahu açısından da askeri olarak zor durumda olmasına rağmen bir fırsat olarak görüldü. Netanyahu, Lübnan’ı en azından Hizbullah üzerinden savaşa sokmak için oraya yoğunlaştı. Basamak basamak önce Lübnan’dan, sonra Suriye’de Golan bölgesinden İsrail’e karşı saldırılar başladı ve Filistin’le dayanışma operasyonları ilan edildi. Ardından Yemen devreye girdi. Daha sonra Irak’ta mevcut olan milis kuvvetleri sadece bölgedeki Amerikan üslerine karşı değil, bizzat İsrail liman kentlerini ve askeri üslerini Irak’tan füzelerle vurdu. Bu durum, İsrail’i aslında Netanyahu’nun kafasında olan tuzak projesine hizmet edilecek bir hamle olarak görüldü. ‘Madem bana saldırıyorlar, ben de kendimi savunma hakkımı kullanarak bölgesel savaş projesini hayata geçiririm’ umudunda oldu Netanyahu.

İsrail bu projesini, Avrupa devletlerini ama özellikle de ABD’yi yanında görmeden, hatta ABD bir bütün olarak İsrail’e saldıran gruplara müdahalede bulunarak doğrudan savaşa girmeden Netanyahu böyle bir hamlede bulunamaz.”

‘İsrail, İran’ı savaşa çekmek ve Batılı ülkeleri yanında görmek amacıyla Şam’a bu son saldırıyı yaptı’

Amerika’nın sıklıkla İran’ı savaştan uzak tutmak için Ürdün ve BAE üzerinden mesaj gönderdiğini belirten Prof. Yuva, öte yandan İsrail’in de İran’ı savaşa çekme planının dozunu artırarak Şam’daki saldırıyı gerçekleştirdiği değerlendirmesinde bulundu:

“ABD, İran’a, Lübnan’a ve Şam’a heyetler gönderdi. BAE ve Ürdün üzerinden ‘Sakın bölgesel bir savaşın parçası olmayın. Sabırlı olun. Bu meseleyi diplomatik kanallardan çözelim. Mevcut olan vekalet savaşlarına uygun bir kavga yürütün. Netanyahu’nun savaş kabinesinin ekmeğine yağ sürmeyelim’ mealinde bir mesaj iletilmişti. Hatta İran ile doğrudan konuşuldu. O tarihten sonra bu savaşın vekil güçler üzerinden yürütüldüğünü görüyoruz. İsrail, bu tabloyu değiştirmek adına saldırıların dozunu artırdı ve İran’ı provoke etti. İran’ı en hassas olduğu yerden vurup İran Büyükelçiliği’ne saldırdı. İsrail, İran’ı böyle bir savaşın içine çekmek, İran’ı savaşa çekmek ve Batılı ülkeleri yanında görmek amacıyla Şam’a bu son saldırıyı yaptı.”

‘İsrail’i savunmak her yaptığına susmak ayrı, ordularıyla savaşa katılmak ayrı’

İsrail’in daha önce birçok defa katliamlar gerçekleştirdiğini ve uluslararası dokunulmazlığı bulunan kişileri dahi öldürdüğünü belirten Yuva, bunların hiçbirinin BM nezdinde kınanmadığını anımsattı:

“Cepheleşme çok net. İsrail’in yanında yer almak, İsrail’i siyaseten savunmak, İsrail’in her yaptığına susmak ayrı; bu devletlerin İsrail için şu saatten sonra kendi ordularıyla savaşa katılması ayrı. İki önemli husustur bunlar. İngiltere’nin, Fransa’nın, ABD’nin veya kendilerini ‘İsrail dostları’ olarak telakki eden devletlerin, BM’deki suskunluğu garipsenmemeli. İsrail, FKÖ liderleri ile bir anlaşma yapmıştı. FKÖ liderleri 1986’dan sonra merkezlerini Tunus’a taşımıştı. İsrail savaş uçakları hemen ardından Tunus’u bombaladı ve birçok FKÖ liderini katletti. O konuda da bir kınama olmamıştı. Daha eski tarihlerde, 1946’da İsrail’deki Yahudi terör örgütleri olan Hagana örgütü, Kral Davud otelini yerle bir etti. 91 yabancı uyruklu insan katledildi. Bunlar arasında yüksek rütbeli İngiliz subayları ve diplomatlar da vardı. Otel o tarihte yabancı devletlerin personellerine hizmet veriyordu. Bununla ilgili de BM’de bir kınama olmadı. 1948’de İsveç Kralı Gustav’ın yeğeni Kont Volke katledildi. Öldürüldü. BM Barış Elçisi olarak Filistin ve İsrail arasındaki savaşı durdurmak için bölgede bulunuyordu. İsrail tarihi, BM mülteci kamplarına yapılan saldırılarla, çocuklara yapılan katliamlarla, insani yardım kuruluşlarının vurulmasıyla dolu. Daha geçen hafta Filistin’e yardım götüren Dünya Mutfağı Örgütü gönüllüleri katledildi. Yani İsrail’in terör eylemlerini ve katliamlarını yazmaya kalksak, Şam’dan Ankara’ya yol olur.”

‘İsrail, ABD’yi ve Avrupa’yı yanına çekmeden savaşa girerse felaket olur’

İsrail savaş uçaklarının Şam’a yaptığı saldırıya bahane olarak binanın İranlı askeri yetkililer tarafından kullanılmasını öne sürdüğünü belirten Yuva, İran askeri ateşesi dışında katledilen diğer 6 kişinin İran büyükelçiliği ile resmi bağı olmadığını söyledi. Yuva’ya göre, ABD bölgesel savaşa katılmak niyetinde değil, bu yüzden de İran’a sabırlı olma telkininde bulunuyor:

“Burada önemli olan şu: Madem ki İsrail, İran’ı bu savaşa çekmek niyetinde, bu savaşı ABD onayını almadan, Avrupa ülkelerini yanına almadan bu adımı atması İsrail için felaket olur. ABD, Netanyahu kafasındaki bölgesel savaşa katılmak niyetinde değil ve bunun engellenmesi için çaba gösteriyor. Dikkat edin, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün CNN International’e verdiği önemli bir demeç oldu. Şam’da İran elçiliğinin bombalanmasının ardından ‘Biz İran’a bu mesajı doğrudan ilettik. Sabırlı ve metanetli olmalarını istedik. Bölgesel savaşı körükleyecek, İsrail’e dönük bir saldırıda bulunmayın dedik’ sözlerini kaydetti. Basına tabii tehdit dolu açıklamalar yansıyabilir ama diplomatik dilde bu sabır telkinidir. Burada şöyle bir fark var: Elçilikte öldürülenlerin kimliğine baktığınızda, İran Askeri Ateşesi dışında resmi kimliği bulunan ve katledilen diğer 6 şahsın, İran Büyükelçiliği ile resmi bir bağı yok. Devrim Muhafızları Ordusu’nun İran Büyükelçiliği’nde temsilciliği yok. İran Devrim Muhafızları, Kudüs Ordusu vs. askeri bir kuruluştur. Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da o devletlerin onayı ve işbirliği ile bulunurlar. O ülklere dönük bir saldırı olursa o ülkenin ordusuyla birlikte hareket eder. O ülkenin yasalarına uygun olarak bulunurlar. Ama İran diplomatik çalışanları veya resmi temsilcileri değillerdir. Karşı tarafın iddiası şu: O binalar, resmi olmayan ve İsrail’e düşman olan askeri kimlikli milis kuvvet komutanları tarafından kullanılıyordu.”

‘İsrail doğrudan İran’ı da hedef alabilir. Böyle bir çılgınlığa kalkışabilirler’

İsrail’in iddiasına rağmen diplomatik temsilciliklerin uluslararası statüsünü hatırlatan Mehmet Yuva, İsrail’in Şam’da İran Büyükelçiliği’ni vurarak İran’ın egemenlik haklarını ciddi şekilde ihlal ettiğini belirtti. Ancak mağdur duruma düşen İran’ın sert bir askeri karşılık vermeyeceği görüşünde olan Yuva’ya göre, İran Netanyahu hükümetinin düşmesi için mevcut durumu korumaya istekli:

“Uluslararası yasalara binaen o binalara bu kimlikte olanlar bile girmiş olsa; varsayalım terör örgütü üyesi kabul edilen bir şahıs herhangi bir yabancı konsolosluğa girdiği andan itibaren o teröristi öldürmek için diplomatik temsilcilik binasını vuramazsınız. BM yasalarına uygun davranmanız gerekir. Davranmazsanız, o ülkenin egemenlik haklarına, toprağına bayrağına saldırıda bulunmuş olursunuz. Çünkü İsrail basını ve ona bağlı Batı medyası, konuyu bu şekilde sunmaktadır.

İran’ın bu aşamada İsrail’in bu planına ve tuzağına düşmeyeceğini düşünüyorum. İran doğru ciddi bir saldırı aldı, kayıp verdi. Neden karşılık verilmedi sorgulanacak fakat savaş stratejileri duygusal olmaz. İsrail’in içinde bulunduğu kötü durumu ancak Netanyahu’nun projesi gerçekleşirse değişebilir. Mevcut durum korunduğu zaman İsrail, uluslararası arenada katliam yapan, soykırım yapan, izole olmuş bir devlet. İran da kendi diplomatik temsilciliğine saldırı yapılmış, mağdur olmuş, reddi hakka sahip ama bu hakkı kendi politikasına uygun olarak kullanacak bir konuma gelmiş oldu.

Hiç şüphesiz İran, Yemen’deki, Suriye’deki, Lübnan’daki, Irak’taki kuvvetleri üzerinden, daha önce yaptığı hataya da düşmeden bir cevap verebilir. Daha önce İsrail vurunca, ABD’nin desteğini aldıkları için Amerikan çıkarlarına Suriye ve Irak’ta saldırıda bulunuluyordu. Şu anda yapılacak olan, Suriye, Lübnan, Irak, Yemen toprakları üzerinden Filistin’e daha çok askeri destek sağlayarak, İsrail’i batağın dibine çekme taktiği uygulanacaktır. Ve İsrail sokaklarının Netanyahu lehine kullanılmaması, protestoların devam etmesi sağlanarak mevcut hükümet düşene kadar savaşın bu şekilde devam edeceği yönünde bir kanaatim var. İsrail ve Netanyahu çok daha farklı saldırılar düşünebilir. Doğrudan İran’ı hedef alan bir saldırıya da girişebilir. Böyle bir çılgınlığa kalkışabilir. İşte o zaman İran’ın askeri stratejilerinde önemli değişiklikler olabilir.”

‘İran, Rusya ve Çin’den tam onay almadan İsrail’e karşı geniş çaplı savaşa girmez’

İran’ın askeri bir tepki gösterirken Rusya’dan onay alması gerektiğini işaret eden Prof. Dr. Yuva’ya göre, Rusya’nın diplomatik tutumunda, Batı ülkeleri ile olan ilişkilerin geleceği etkili olacak:

“Nasıl ki İsrail ABD’yi ve Batılı devletleri yanında görmeden böyle bir savaşa giremezse, İran da özellikle Rusya ve Çin ile bu konuyu istişare etmeden ve özellikle Rusya’nın tam onayını almadan, İsrail’e karşı geniş çaplı bir saldırıya ve savaşa girmeyecektir. Rusya’dan gelen mesajlara bakalım. Özellikle Rusya-Ukrayna hususu, Rusya-Amerika ilişkilerinin ve Rusya-Avrupa ilişkilerinin geleceği, Rusya’nın ortaya koyduğu tehditlerin ne kadarının gerçekleşeceği gibi konular önemli. Bütün bunlar dikkate alınarak İran tarafı İsrail’e karşı askeri stratejilerinde yeni bir karar alacaktır.”

‘Suriye’deki terör örgütleri, İsrailli ve Batılı istihbarat örgütleriyle ilişki içinde’

İsrail Şam’ı vururken El-Tenef’teki IŞİD teröristlerinin de Suriye ordusuna yönelik saldırılar gerçekleştirdiğini aktaran Yuva, bu iki saldırının eş zamanlı yapılmasına dikkat çekti:

“Dikkat edin, İsrail ne zaman Suriye’ye bir saldırı yapsa, sahadaki terör örgütleri de eş zamanlı olarak Suriye’ye karşı saldırı gerçekleştirmektedir. Başka bir önemli olay daha yaşandı. Şam’da İran Büyükelçiliği’ne yapılan bu saldırının tam saatinde, ABD işgali altındaki El-Tenef üssünden çıkan IŞİD militanları, antik kent Palmira’ya ve Temur’a saldırdı. O saldırılar püskürtüldü ama şunu anlamak açısından önemli: Suriye sahasında mevcut olan terör örgütleri, çok açık olarak ABD, İsrail ve Batılı istihbarat örgütleriyle ilişkide. Bu askeri saldırıları daha önceden haber alarak, İsrail saldırırken fırsat bularak başka yerlere doğru kendileri de saldırı gerçekleştirmektedir. Bu da önemli bir husus.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu